2014-06-17

Bal Arısı Sevgilim

          Hayatımızın her anında hareket isteriz değil mi? Heyecan duymayı, gülmeyi, eğlenmeyi... Belki heyecan duymak değil de sakinliği, huzuru, o en tatlı notayı belki de piyanodan gelen... Hayatımızın her anını en güzel şekilde yaşamaya çalışırız. Başarabildiğimiz kadar işte. Başaramadığımız tecrübelerimiz olacak ilerde. Başarabildiğimiz kısımların ne kadar olduğunu düşündünüz mü hiç?
Ben bir konudaki başarımı, başarıdan ziyade en şanslı olduğum konuyu, en tatlı anlarımı, o anlarımı değerli yapan kadını anlatacağım bu yazıda. O kadın ki bu yazıyı geç görecek belki de.
Soğuk bir kış akşamı başladı her şey. Çok klişe oldu değil mi? Ama bir yerden başlamak lazım. Önce ne oldu biliyor musunuz? Gözlerinde kayboldum. Çok derindi. İçi de güldüğü zaman başka oluyordu. Her bakıştan başka... Sonra zamanla tanıdım. Benden önce sevdiği şeyleri öğrendim. İlk öğrendiğim attı. Atları çok sevdiğini çünkü çok masum bir duruşlarının olduğunu söyledi. Ona huzur veren bir at fotoğrafı vardı. Hala da verir. 28 ay geçti her şeyin başlamasının üzerinden. 11 gün sonra 29 olacak. Ne güzel olacak...
Adının ilk anlamı bal arısı. Bazen öyle sesleniyorum. Çok hoşuna gidiyor. İkinci anlamıysa en sevdiğim... Sevgili... Bir insanın adının böyle tatlı bir anlamı olması, hele ki benim için ayrı bir özellik katıyor. Çoğu zaman "meleğim" şeklinde sesleniyorum. Çünkü bazen bende bıraktığı etkilerin bir insana ait olamayacağını düşünüyorum. Hayatımda hiçbir insanın kahkahaları kulaklarımda yankı yaparak tatlı melodilere dönüşmemişti çünkü. Beni öptüğü zaman çıktığım o serin ve güzelliklerle dolu gökyüzü yolculuğundan bahsedemem bile.
Beni ilk öptüğünde içimde bir noktada patlama olmuştu. Göğsümün ortasında bir mavilik belirmişti. Gözümü kapattığımda yaptığım ilk yolculuktu o. Kalbimin hizasında bir noktada mavi renk yayılmıştı etrafa. Toz bulutu halinde dağılmıştı içime. Zaman zaman o toz bulutu tekrar gösterir kendini bana. Parçalar halinde... 
Heyecanımı hep canlı tuttu. Minik ellerini tuttuğumda hala hafifçe terlerim. Kan fazla pompalanır vücuduma. Damarlarımda sürtündüğünü hissederim. Büyük ihtimalle 28 aydan sonra kalbimin hizasındaki kaburgalarım çoktan zedelenmiştir bile. Arada çıkmaya çalıştığı oluyor çünkü. 
Koca kafamın biraz etlice olan yanaklarına ellerini koyduğunda sakinleşiyorum. Orası huzur oluyor artık benim için. Bir de okşuyorsa değmeyin bana. Dünyanın sadece mavi ve yeşil renklerden oluştuğunu düşünüyorum o anlarda...
Güneş hiç batmıyor onun yanında. Kapalı havalarda bile güneşin bulutların önüne geçebildiğini düşünüyorum onunla. Kışları ılık geçiyor yazları serin. Bahar gibi bir şey işte benim için. İlkbaharım o benim...
Kumdan kaleler yaparcasına hayaller kuruyoruz biz onunla. Şu an geniş bir sahil kadar kumdan kalemiz var bizim. Koruyoruz. Korumaya da devam edeceğiz. 
Hep heyecan duymayı, gülmeyi, eğlenmeyi seviyorum. Bazen sakinlik de arıyorum huzurlu bir sakinlik. Hepsini bir yerde toplayabildim ben. Bir kadın bana tüm bunları gösterebildi. Nefes aldığımda o nefesin değerli olduğunu hissettirdi. Kalbimin ritmini düzenledi. Atışlarını daha çok hissettirdi. Karında uçuşan kelebeklerin -pardon tepinen diyecektim- olduğunu gösterdi. 
Bir insanı nasıl kalbinizin merkezine alabileceğinizi söyleyemem size, ya da gözlerinde kaybolduğunuzda birinin nasıl yolu bulup çıkacağınızı anlatamam. Çünkü hepsi bir anda oluyor bunların. Bir anda gökyüzüne çıkıyorsunuz bir anda nefes aldığınızı hissediyorsunuz. Bunları yaşatan sadece bir kişi oluyor. Belki de bir melek... Bunca hissi yaşatan bir varlığım var benim... Melisim... 

2013-11-20

Gülüşlerle Yaşayan Adamın Sıradan Anları

   İğrenç esprilerim var benim. Belki gülerler diye ağzımdan fırlattığım kelimeler var dostlarıma. Kimilerine gülüyorlar da. Kimileri kalıyor havada. Birkaç dalgayla geçiştiriyorlar. Ben bundan mutluluk duyuyorum. Mallığımdan değil. Ağzımdan çıkmadan önce iğrenç olacağını biliyorum elbet. Ama dalga geçerken dahi eğlenen dostlarınız varsa. Güzel yüzlerindeki o gülüşleri görmek insana mutluluk verir. En azından bana fazlasıyla veriyor. Kırıldığı anlar da olmuyor değil insanın. Ama eğlenmek dururken sürekli değişen dünyanın boklukları arasında bir de dostlara gönül kırmak olmaz.
   Geceleri odamın köşesine dayalı yatağıma uzandığımda kafama takılan binlerce şeylerden biriydi bu da. Hiç kimseyle paylaşmadığım şeylerden birini de yine hiç kimseyle paylaşmamış olmanın sessiz huzuruyla geçiriyorum bu geceyi de.
   Büyüdükçe zaman kavramının içine ediyorum sanki. Kaç zaman olmuş buralara kelimeler dökmeyeli. Her şeye yetişecek kadar zamanı da kalmıyor ki insanın. Onca biriken şeyi bir gecede boşaltmak olmaz. Tatlı bir parçayla veda edip uykuyla sonlandırmak lazım geceyi.     Asleep

2013-03-18

Gölge Sokağı

             Bir yere ait olduğunu ne zaman hissedersin? Gerçekten ait olduğun yer aslında her zaman orada olacağın anlamına mı gelir yoksa geçici bir hevesten ibaret midir her şey? Seversin de bir yeri öylesine belki manzarasından belki kokusundan, sana ille bir şey de vermesine gerek yok aslında. Öylesine alışırsın. Önce hayran olursun, sonrasında ait... Oysa oralar başkalarının da ait olduğu yerlerdir, zamanlardır. Senden daha özel hissettiği şeyler vardır insanların. Sense bencilliğinden sahiplenirsin sanki senmişsin gibi orayı güzel kılan. Ama gördüğün kadardır güzelliği, nereden baktığınla doğru orantılı. Benim bir sokağım vardı bir şehirde. Lambaları yanardı akşama doğru. Dostlarım vardı o yolda yürürken güzel hayaller kurduğumuz. O güneşin batış anlarında hep birlikte geçerken gülüştüğümüz. Bir başında dar kaldırımları vardı, diğer ucunda dut ağacı, iyice olgunlaşıp yere döktüğü sayısız dutun bıraktığı yapışkanlığıyla, komşusu vardı kiraz ağacı yine dostlarla meyvelerini paylaştığımız. Amcalar yazın dökülürdü ortalarında kalan kıraathanede. Okey taşlarının sesleri yankılanırdı. Karşıda isminin garipliğinden ne olduğunu bilmediğimiz bir dernek vardı. Sonradan öğrenmiştik gerçi de şimdi unuttum. Hep orada duran bir araba vardı renginin aksine sahibinin iyi baktığı tatlı, küçük bir araç... Ağaçları vardı her iki yanında sokağın küçük ama gölge yaparlardı... Orası bana ait değil şimdi. Orası aitliğini hissetmediğim şehrin ait olduğum sokağıydı. Orası "gölge sokağı"mızdı bizim. Arada geçeriz anıları anarak. Bizim isteğimiz hep buydu. Kurduğumuz hayallerimizi gerçekleştirip orada konuşmak... Dostlarım hala bana ait iyi ki. Onlardı aslında bana aitlik hissettiren. Şimdi güzel bir de kız var. O sokağı hiç görmedi daha. Bir gün görecek umarım. Ait olduğum insana ait olduğum yeri göstermek mutluluk verici olmalı...

2012-09-30

Müzik Kutusuna Benzer Hayat

Güzel müzik önce kulaklarına dolar insanın. Sonra ciğerlerine... Ardından kalbine. Kalp onu bir iki ritm düzenlemesinden sonra dile atar kan yardımıyla, belki de parmak uçlarına. Sözlerini söyletir, içinden geçen o minik harfleri birleştirir. Aslında dinlediklerin müzik değildir. Yaşamındır. Tecrübelerini düzenleyendir. Bilinçaltına attıklarını tetikleyip, uyandırandır... Kimi çocukluğunu hatırlatır, kimi aşkını, kimi hani o tadını unutamadığın komşu yemeğidir kulaklarından ağzına gelen birden. Kimi gözyaşıdır derin bir iç çekişin ardından gözlerinden süzülen. Kimi iki kadeh içkidir, birkaç bira belki de. Olmadı bir tektir yanında mezeyle birlikte. Bazıları gördüğün en güzel manzaradır kulaklarından gözlerine giden. Bazense hiç tanımadığın insanların gülüşlerini görmektir. Ritme uyan vücut hareketleridir. Sokak sanatıdır bazıları, bozuk para seslerine eşlik eden. En güzel kokudur seni olduğun yerde bitkin düşüren koklamaktan. Kulaklarından burnuna... Sinirlerini tetikleyen bahar kokusudur kimi. Bazıları sevgili kokusudur. En harikası belki de... Sıcacıktır bazıları, soğuk ya da. Kar taneleri düşerken ellerine... Yağmur damlarken saçlarının arasına... Kimisi uykudur en tatlı anında. Deniz kıyısıdır. Orman serinliğidir... 

Müziğin seni nereden tetikleyeceği kalbine doldurduklarındadır. Yine de hayatın her yerindedir. İlk ağlamadır, son nefestir. Bazıları doğum, bazıları cenazedir... 

2012-08-01

Mutluluk Paylaşınca Gerçek

Gerçekten mutlu edecekmişiz gibi insanları, hep onları sevindirmek, bir tutam gülücük koparıp anılarına yer etmesi için çabalamak lazımmış gibi sevgi kavramını bir taraflarımızı yırtarcasına harcıyoruz. Sanki onlarsız hayat olmazmış gibi... Elbet dostlarsız bir hayat olmaz. Onlar hayatın dertleri dağıtma, mutluluğu çoğaltma köşeleridir. Ama bir bakmışsınız onlar bir süzgeçten geçip gitmiş. Siz hayatta minik noktalar olarak sallanmaya, kararlarınızla yollardan geçip yeni yerler keşfetmeye devam ederken yanınızdan sıyrılıp geçmişler. Onlara sorarsan kendi ellerinde değildi. Unutmuşlardı belki de bir şeylere dalıp bilinmez. Oysa mutluluğu paylaşırken çok da zor değildi insanları mutlu etmek. Bencillik çok mu çekici? Mutluluk paylaşınca gerçek olmaz mı? İnsanlar başkalarını mutlu etmeye çalışırken bunları hatırlamak bu kadar zor mu? 


Bu kişisel bir sitem değil. Tüm insanlar yollarında yürürken mutluluğu paylaştığı gerçek insanlar bulur. Sonra onlar mutlulukları toplayıp kaybolur. Tüm kızgınlığım o anıları unutup gidenlere.


Yine de mutluluk hep bulunacak eskilerde. Hepsi alıp başını gitmeyecek ya, elbet seninle hep kalanlar olacak...

2012-07-01

Bir Zaman Sonra

Zaman dediğimiz olgu geçer. Gün gelir yavaşlar, gün gelir hızlanır. Görecelidir. Kimini acıtır. Kimini huzura kavuşturur. Ne kadar olmuş baksana ey okuyucu buradaysan...
Öncelikler değişir ve arka plana atılır bazı şeyler. Sen hatırlamazsan o hatırlatır kendini...


Kimi şeylerin sonundayım bu aralar. Birer birer dağılırmış gibi geliyor bazı şeyler. Şey işte... Bir adı yok onların. Anılar, dostlar? Bilmiyorum o kadar genellenemezler. Hani her şey dururken yerinde sen hareket edersin ya onların arasında. Öyle bir şey işte. Sen o anlara göre hızlı gelirsin. Onların değişimini fark edemezsin. Dokunman lazım. Hissedebilmek için... Onlar değişirken hüznü getirirler. Öyle bir hüzün değildir bu. Gecenin ağır hüznü... Güzel filmlerin sonlarında yaşanan hüzünler gibidir. "Bitti" kelimesini gördüğün andır. Hangi dilde olursa olsun aynı etkiyi bırakan o hüzün... Veya bir kitabın sonra kelimesidir, son noktası hatta. Bir daha o anın yaşanmayacağının belirtisi... 


Her şey bunca değişim içindeyken verilen sözlerin, yapılan planların anlamı nedir ki? Biz insanların hayatlarını değerli kılma mücadelesi mi? Eğer öyleyse göremiyor muyuz bu hayatın o kadar adil olmadığını? İnsanlığın ürettiklerine yenik düşmesidir hepsi. Aydınlığı ararken, karanlığı aydınlık sananların gücü bulmasındandır adilsizlik. Eğer insanlar insanlığından vazgeçiyorsa bir an önce tamamlasınlar bu evrelerini. Gerçek insanlar bundan acı çekiyorlar çünkü. Denerlerse insan olmanın aslında zor olmadığını görebilirler. İşlerine gelmediğinden belki de. Güç olgusunu yaratan insanların gücün iradesine kapılıp gitmesi yüzünden hepsi...


Sonsuzluğu düşünmek, hayal gücünün sınırlarını belirler. Sonsuzluk aslında kalp atışlarındadır, suyun verdiği ferahlıktır, mutluluktur, zamandır, güçtür... Hiç bitmeyecekler sanarsın, her şeyin bir sonu olmadığını bilmeden... Sonsuzluk elbette var bir yerlerde. Ama ne filmlerdedir ne de kitaplarda... 


Çok özlediğim kıza...

2012-03-24

Şarkılar Vardır Hatırlanan...

Yıllar geçer. Onlar geçtikçe izleriz bazen. Elimizden gelenler, onları izlemek, belki biraz iç çekmek ve küçük anların onları geri getirmesini beklemekten ibaret olabilir. O anlar geldiğinde beraberinde gelen fotoğraflar hüzünlendirir. Şarkılar ağırlaşır kulaklarında. Kıskanırsın belki o fotoğraftaki "sen"i. Orada gülümseyerek durur. Sana bakar. Belki o anda da mutlusun. Gülümsersin tekrar. Ama anlarsın ki aslında olay mutlulukla ilgili değildir.
Hiçbir şeyi kaybetmemeye çalışırken yanından uzaklaşan anılardır hüznü getiren. Mutluluğun içine eden...
Fotoğrafta yanında duranların, o anıları hiç paylaşmamışcasına uzaklaşıp gitmesidir göğsüne yumruk atan...
Onlarla dinlediğin müziğin kulaklarında bıraktığı yankılardır gözlerini dolduran...
Bir dostunun uykudan uyandırmasını hatırlamaktır, yutkunduğun an...
Tatlı sohbetleri hatırlamaktır, "ibanez" kelimesine "inabez" diyen hoş insanları andıran...

Fotoğrafta tek başına bulduğunda kendini, silinenleri hatırlamaya çalışmaktır güzel anılarla. Daha çok anı var yazacak dediğin insanları eski anılarla hatırlamaya çalışmaktır en çok koyan, gözlerini dolduran, şarkıların anlamını tekrar hatırlatan, hiçbir şeyin sonsuza kalmayacağını anlatan...

http://fizy.com/#s/3a42ep

2012-03-19

Yine de...

Bazen hiç anlamazsınız, bir an gelir, kalabalığın içinde susarsınız, o kalabalık öyle sessiz gelir ki, derin derin aldığınız nefesiniz bir şelaleyi andırır kulaklarınızda. Bir şeyler için tutarsınız kendinizi. Siz planlar yaparken bir saat ilerisine, bir dakika sonra susacak bütün hayaller... Ölüm duyulduğu zaman susarsın, konuşamazsın, etrafındakileri düşünürsen için acır. Ama düşünürsün, onları hiç istemediğin yerlerde hayal edersin. Canını acıtacak şeyse hayatındaki insanların senden önce ölme olasılığıdır. Bilinmezliğe bıraktığında kendini, sıkarsın, göz yaşlarını, yumruğunu... En yakınındakine sıkıca tutunursun, belki sevgiline belki kardeşine. Bırakmak istemezsin. Olasılıkları düşündükçe sıkarsın. Ama tutamazsın kendini. Üzmek istemezsin kimseyi. Yine de ağlarsın...

Bazı geceler kaçak bir uykudur. Tavana bakıp suskunluğunda uzanırsın. Bir müzik çalar derinden, o çalar sen kendini veremezsin. Her geçen dakika yorganın ağırlaşır. Vücudun ağrır. Belki biraz da başın. Kafanı dağıtmak için düşünmeye çalışacaksın yaptıklarını. O gün hiçbir şey yapmadığın aklına gelir o anda. Belki birilerine bozulmuşsundur. Canın iyice sıkılır. Geleceği düşünmeye çalışırsın, yarından başlarsın. Bahar geliyordur, güzel günlerin öncesine. Biraz tebessüm... Sonra tavana odaklanmaya devam edersin. O tavan kadar boş gelir her şey. Derin nefes alışların artar. İçin biraz mutlulukla dolar ama göz kapakların bir türlü kapanmaz. Nefeslerin kadar derin bir uyku düşlersin sen aslında. Onu istedikçe gelmeyecek oysa. Beklentilerin gerçeklere çok pis koyduğu zamanlar işte onlar. Gece gelen düşlerinin hiçbir anlamı olmadığını düşünürsün o zamanlar. Yine de uyursun...

Bilinmezliklere çok mu değer veriyoruz yoksa bilinmezlik olunca çok mu çekici geliyor ona değer vermek bilinmez. Ama beklentileri olmadığı zaman bilinmezler geldiğinde hiç de mutsuz olmadığını anlıyorum insanların. Bilinmezlikleri değerli kılan o beklentiler işte. Düşlerken beklentileri düşük tutmak lazım, belki de hiç tutmamak... Ama... Yine de bekleyeceksin. Düşleri, uykuları, ölümsüzlüğü...

http://fizy.com/#s/1525q3

2012-02-17

Hayatımın Fon Müziğinin Karısı

Hani benim hayatımın bir fon müziği vardı. Abim... İşte onun da bir eşi var. Ruh eşi dedikleri kavramı geçeceksin bir kere. Öyle değiller. Ama hayatları birleşik... Yenge kavramıdır ya, abinin eşi. İşte o kavramın ötesinde bir kadın o. Böyle abimin yanına bana verilen bir abla bir dost... Yaklaşık bir 7 yıl oluyor tanışalı. Kapalı bir nisan ayıydı. Çocuktum. Bana dedikler ki abinin sevgilisiyle tanışacaksın. Dedim ki "nasıl olacak o?" Tanışmak... Bir dakika ya 12 yaşındaydım. İnsanları okuldan, oturduğumuz lojmanlardan, ailemin arkadaşlarından tanırdım. Adam gibi tanışma yaşamamıştım. Ne yapacaktım? Ne diyecektim? Tamam konuşkan biriydim belki biraz da girişken ama 12'ydim. Bana bundan fazlası lazımdı. Gergindim. Acaba beni sevecek miydi? Bizim ilişkimiz ne olacaktı? Ne diyecektim? Adı Ayça'ydı. Ayça abla mı diyecektim?
O an geldiğinde düşündüğüm gibi konuşamadık. Konuşamadım. Konuşkan bir velettim ve bunu abimin sevgilisinde kullanamıyordum. Bana yardımı dokunan bir kahraman yetişti o anda. Hala gördüğümde aklıma gelir o anlar. Bir konuşmayı çözecek. Gerginliği alacak bir kahraman... Bir peçetelik... Oynarken elimi sıkıştırdığım ve Ayça ablamın kopmasına sebep olan o peçetelik... Temiz bir hava gibiydi o ortamda. Suskunluğumu bozacak olan oydu. Kahramandı minik bir kahraman...
O yaz bir kızla tanıştım. İlk aşkım oldu. Cesaretimi nasıl topladığımı bilemem. Ama büyük ihtimalle "Hayatımın Fon Müziği"nin o zamanki müstakbel karısıydı nedeni... Bir şeyin ilki geliyorsa devamı da olacaktır her zaman. O ilk konuşmayı öğreten işte o "yenge" olacak varlıktı...
Yıllar geçti. Evlendiler. O zaman Ankara dışında oturduğumuz için, Ankara'ya geldiğim zaman evlerinde kalırdım. O hiçbir zaman sevmemiştir şimdi oturduğu evi ama benim huzurumdu. Her zaman kaçtığım, her şeyden uzaklaştığım yerdi. Bana güzel güzel yemekler yapardı, gezerdik, eğlenirdik... Ona anlatırdım her şeyi. Gülerdik, güldürürdüm. Öyleydi. Bir yenge değildi sadece, hatta hiç olmadı. Hep daha fazlasıydı....
Yıllar geçti yine. Üniversiteyi kazandım Ankara'da. Aldılar beni yanlarına. Huzuru kalıcı olarak bulmuştum artık. Birkaç şeyi de yanımda getirdim. Artık kaçamak yerim değildi. Ama huzurumdur hala bu ev. Hala güzel güzel yemekler yapar, gezeriz birlikte, eğleniriz, bazen gözlerim dolup taşana kadar bir şeyler anlatırım, o da bana anlatır. Bazen birbirimize tahammül edemeyiz. Sinirlenir bana. Ben susarım sonra. O kazanır. İddiada hep kaybettiğim tek insandır. O tahammülsüzlüklerde bile severim ben onu. O böyle hararetlenir. Bazen kırar gibi olur beni de ben pek kırılmam. Ablamdır. Ayça abla şeklinde kalıp oluşturmuştur ağzımda ama abla kelimesini onun isminin yanına koyunca o kelimenin değerini anlıyor insan. Sırdaşımdır. Dostumdur. Otu b.ku anlatırım ona. "Hayatımın Fon Müziği"nin karısıdır. İyi ki var dediğim insandır. Hocamdır. Şoförümdür. Bazen ben onun şoförüyümdür. Çocuktur. 4,5 yaşındadır. Bazen nazlanır bazen delirir. Candır can...
Bu yazdıklarımı okuyabilecek mi acaba bir gün? Belki bir gün yolu düşer de okur...

Not: Okuduysan Ayça ablam, iyi ki de varmışsın sen. Hep de ol...

http://fizy.com/#s/1503fb

2012-02-06

Bir Duygu Gelir Aniden...

Aslında sen anlamadan şekillenir hayat dediğimiz olgu. Bak John amcaya ne demiş; "Hayat sen planlar yaparken başından geçenlerdir." Bu sözden yola çıkarak çok plandan döndüm ben. Çok sevdim, çok özledim, çok kırıldım, çok mutlu oldum işte yaşımın el verdiğince... Bu duygularımdan hiç pişman olmadım. Olmamak için özün gösteriyorum. Yine plana çıkıyor yolumuz. Duruyorum...

Duygularının hiç belli olmadığını hissedersin bazen. Aklın karışır. Her gün gittiğin yol değişir. Her gün yattığın yatak bir farklıdır. Ne oluyor bana dersin. İçinde, köhne yerlerinde unutulmaya hazır duygularının bir haykırışı sonucu ortaya çıkan duygulardır onlar. Vücudun anlamazlıktan gelir o duyguları. Sonra sen bir anda hatırlarsın seni özel hissettiren o hisleri, yüzünü şapşal bir gülümseme alır, fark ettiğinde ise o gülümsemeyi bir daha sırıtırsın üstüne. Özlediğini fark edersin sonra o duyguları. Bir iç çekersin. Yaşadıklarını sorgularsın bunlar gerçek mi diye. O duygularını sevmeye başlarsın tekrar. Yıllardır görmediğin bir dostuna sarılır gibi tutunursun o duygulara. Kendi kendine ne kadar zaman olmuş oysa dersin. Tekrar gülümsersin, tüm vücudunu sarar o gülümsemenin sıcaklığı. Kırılırsın sonra, neredeydiniz bu zamana kadar diye yakınırsın. Sonra aldırmazsın artık oradadırlar çünkü. Mutlu olursun tekrar. Hatırladıklarına, yaşatacaklarına...

İşte hayatın getirdikleri böyle, seversin, özlersin, kırılırsın, mutlu olursun sonra...
Hoşgeldin sevdicek hayatıma...

http://fizy.com/#s/16k4o7

2012-01-24

Renkler Gökyüzünde Gülümser - 2


Bir günde iki şey önemlidir bence. Güneşin doğuşu ve batışı... Aslında o anlara sığdırabildiklerimiz... Uykudur, aşktır, ikisidir; sarhoşluktur, dostlarla muhabbettir, okkalı bir kahkahadır, hüzündür, şarkıdır, kavgadır, yalnızlıktır, bakıştır, kokudur, korkudur...

"Bir gün nasıl bitiyorsa, o gün öyle anılacaktır." cümlesi hiç hatırlamam ne zaman girdi hayatıma. Ama çabanın hiç bitmemesi gerektiğini hatırlatır bana. O günü anlamlı kılıp bir kere olacak bir tarihin dışında başka bir anlam kazanmasını sağlamaktır bu söz...
Arada bir rastlarız güneşin doğuşuna. Belki isteyerek belki de zorla. Ama hep aynıdır. Aydınlık gelir. Bilinmezlikten korkan insanların korkularını alır götürür. Havanın renklenir. Biraz pembeleşir bazı sabahlar. Güneşin güzel bir sabaha uyandığını gösterircesine... Kimi dostlarla daha bir tatlı olur. Daha önce onlarca kez görmüş olsan da o anı hep aynı tepkileri verirsin yine. Güzelliği kimi zaman şiir olur kimi zaman şarkı. Doğuşun sonu güzel bir gündür. Öyle beklersin. Kötüleşebilir. Havayı bulutlar sarabilir. Renkleri alıp götürebilir. Gün, güneşin doğuşunu kıskanabilir bazen...
Bir de güneşin batışı vardır ki neredeyse tüm insanlar şahittir o ana. Ama herkeste aynı düşünceyi tetiklemez. Kimi akşamın geleceğine sıkılır, kimi işinin biteceğine sevinir. Kimi için ayrılıktır kimisi için birliktelik. Bazıları için mutlak huzurdur o anlar. Çoğu zaman gökyüzüne verdiği renkten dolayı insanı umutlandırır. Çoğu insanın en tatlı an dediği anlardandır...
Çok sevdiğim bir insan bana ruhun ölüme en yakın olduğu saatlerin güneşin batma zamanı olduğunu söylemişti. İnsanın huzura kavuşmasının asıl nedeni buydu belki de. Ruhun rahatlamış olması...
Gün batımından önce uyuyakalıp gün battıktan sonra uyandığım zaman iğrenç duygularla dolmuş olur içim. Büyük ihtimalle ölüme yaklaşamayan ruhumun işkence çekişidir o anlar... O zamanlar uykuya dalmayın. Büyük ihtimalle ertesi günün doğuşunda da uyuyacaksınız zaten.
Bir gün nasıl biterse o gün öyledir. Güneşin doğuşu içinizi güzelliklerle doldurabilir. Kıskanç gün bütün güzellikleri alabilir sizden. Gün batımını bulutlar yüzünden göremeyebilirsiniz. Ama her gün aynı yerde bulabilirsiniz onları...

2012-01-23

Bugün Yine Dalgasını Geçti Hayat...

Kaygısız bir pazar sabahı dışarı çıktım. Kendime bir sürpriz yapayım ve sürpriz yumurtalardan alayım dedim. Aldım ve bir güzel yedim çikolatasını. Oturdum, oyuncağını yapayım dedim. Açtım ve bir kanat çıktı. Ardından gövde... Bir uçaktı... Güldüm.

Kaygısızca başladığım pazar sabahı daha kendime bir yumurta almamışken küçük bir hayal kurmuştum. Bir pilot olsam ve özel bir uçağım olsa, ilk nereye uçardım? Hayallerimde uçtukça uçtum. Sonunda geldiğim yer evdeki koltuklardı. Parmağımdan küçük bir uçakla çikolata düşkünü bir çocuk gibi oturuyordum. Bu hayalim de yumurta şeklindeki incecik çikolata gibi eriyip gitmişti. Hayat dalgasını geçmişti...

Olsun dedim. Benim bisikletim var. Ben basarım pedallarına, o ilerler. Kulağımda güzel müziklerle, biraz güneş, biraz gökyüzü bir de...

http://fizy.com/#s/1m1iw5

2012-01-03

İnsanlar Hep Unutkan Zaten

Bu gece aya baktım. Baktım ve dedim ki, ordan bakınca ne kadar boş beleş görünüyordur dünya. Yattığım yerden... Boş boş tavana baktım. Sanki bir ilham gelecek ve güzel şeyler yapacağım. Sanarsın dünyayı kurtaracak bir şeyler gelecek aklıma. Ama en büyük düşüncem uykumun gelip gelmeyeceğiydi.

Bir o yana döndüm bir bu yana. Fayda etmedi. Kafamda birileri konuşuyor. Süreki düşünmemi gerektiyordu. Konudan konuya atlıyordum. Her gece yaptığımdan farklı bir şey yoktu. Biraz sonra güzel parçalar eşliğinde uykuya dalacaktım. Güzel bir rüya görecektim ya da berbat bir kabus... Uyandığımda yine sinirlenecektim kendi kendime. Uykusuzluktan... Kime söveceğimi bilemeden sinir yapacaktım. Belki de bu yüzden sinirlecenektim sadece. Kendimden başka sorumlu bulamayacaktım...

Yani olmayan şeyleri dert edecektim. Dertsiz başıma... Olacakları önceden bilmemek gerek bazen.
Sabah aynı saatte alarmın çalacağını bile bile sinir yapmanın bir anlamı olmamalı.
Sabah olacağını bile bile gecenin tadını çıkarmaktan vazgeçmemeli insan.
Öleceğini bile bile yaşamaktan farksız olur yoksa.
"Nasıl olsa..." demiyorsak, güzelleşir hayat. İşte o zaman bir şeyleri mümkün kılabiliriz. Aydan baktığımızda dünya öyle boş görünmez. Eğer şimdi "nasıl olsa aydan hiç bakamayacağız." diyorsanız hayalleriniz aydan daha ulaşılmaz bir yerdedir. Boş beleş bakmayın...

http://fizy.com/#s/1dlo0n

2011-12-11

Renkler Gökyüzünde Gülümser

Hiç sevmediğim o pazar akşamüstü aniden bir görüntü geldi gözümün önüne. Zar zor gördüğüm güneş, bulutların arkasından batışını tamamlayacaktı ki orada bir yerlerde olduğunu bildiren bir renk bıraktı bulutlara ve gökyüzüne. Bulutların minik çatlakları arasından sızan turuncu rengi hiçbir portakal kabuğunda bulunamazdı, doygun ve göz alıcıydı. Bakakaldım birkaç saatliğine gittiğim binanın yüksek katlarından, pencereden. Baktım ve baktım. Kimse yoktu yanımda. İnsanlar başka odalarda, başka dertlerle ilgilenirken, dertsiz dertsiz bakıyordum ben. O anki tek derdim, o görüntüyü kimseyle paylaşamamamdı. Sonradan anlattığım zaman aynı etkiyi bırakmayacağını da biliyordum. Hep ağlamaklı duran bu şehrin böyle gülümsediğine kim inanırdı anlatılsa? Güneşin günü ve haftayı terkederken tatlı bir "hoşçakalın" mesajı verdiğine kim inanırdı? Bizim inandığımız aslında, dünyanın güneşe sırt çevirdiği değil de güneşin bizi bırakıp gittiği değil mi? Her zaman yanılıyoruz. Bakış açımızı yanlış kurguluyoruz...
Turuncu renk kendini geceye bırakıyordu, insanlar inanmazken bunlara. Güneş başka yerlerde, hiç tanımadığımız insanların üstünde beliriyordu. Haftasonunu geride bırakan, kimsenin sevmediği şehir dinlenmeye hazırlanıyordu. Havanın rengi soluyordu...

Sonrasında soldu, soldu... Önce lacivert oldu. Ardından renkler kayboldu...

Biz insanlar yeryüzünde ararken sevinci, gökyüzü gülümser kimi zaman. Kafamız yerde solgunluğa bakarken, renkler üstümüzde belki o zaman...

Harika dostlarla, onlar kadar harika olmayan güzel bir haftasonunu geride bırakırken...

http://fizy.com/#s/3e3b5y

2011-11-29

Sorular Vardı Özlenen...

En büyük hayal kırıklarını beklentilerimin en yüksek olduğu noktada yaşıyorum her zaman. Sadece ben değilim. Yaşıyoruz. Beklentileri yüksek tuttuğumuzdan hep. Sandığımız şeylerin yanlış çıkmasından...
Güneşi gördüğümüz zaman aldanırız ya ona, sanki gerçekten ısıtacakmış gibi her yeri. Güveniriz. Oysa güneş bile kaç kez boşa çıkarmıştır güvenimizi. Bulutlar, yıldızlar, sokak lambalarının hiç sönmeyecekmiş gibi yanması. Çoğu zaman güvenimizi boşa çıkarmamış mıdır? Yıldızları gördüğümüz gökyüzünün ertesi gününde güneşi göreceğimizi sandığımız kaç gece, sabaha döndüğünde hüzünlendirdi bizi? Bulutlara bakıp yağmur bekleyen kaç sevgili ıslanamadı sevdiceğinin sıcaklığıyla? Bulutların öylece durup güneşi kapatması kaç insanın ağzını bozmasına neden oldu? Sonra açan güneş kaç teni yaktı? Güvenimiz kaç kere kapandı bulutlarla, kaç kere hüzünlendirdi, kaç kere yandı güneşle, kaç kere sokak lambalarının söndüğüne şahit olduk?
Kaç kere takıldı ayağınız beklentilerin en yüksek noktasında, bir anda takılıp düştünüz düş kırıkları dolu sulara? Nerede olduğunuzu anlamlandıramadığınız anlarda geçmişi özlediğinizi anladınız mı hiç?

Nerede olduğumu unuttuğumda bazen rüyalarımda bilindik yerlere gidiyorum. Özlüyorum. Geceleri yıldızlar altında özlem gideriyor, güneşe aldanıp çıktığım zamanlarda kendimi bilinmedik yerlerde buluyorum...

http://fizy.com/#s/12y2qk

2011-11-23

Bir Eskici Gelir Düşüncelere...

Hayatın insanlara yaptığı şeylerden korkuyorum bazen. Yaşam sevincinin en yüksekte olduğu zamanlardaki savunmasızlığını kullanabiliyor kimi zaman. Sevgi yüklü ilişkileri altından kalkılmayacak yıkıntılar haline getirişi... Peki mutluluktan korkutmasına ne demeli?
İçimde kökleşmiş olan duyguları yaratan insanları hiçbir zaman bırakmak istemediğimi farkediyorum bu sıralar. Eski dostları, eski aşkları, ilkleri... Unutmamak için girdiğim çabaların çoğu başarılı olsa da, çatlakların insanın göz zevkini rahatsız ettiği gibi bu çabalardan doğan baskı sonucu ortaya çıkan duygularım rahatsız edici oluyor bazen.
Geçmişte yaşadığın güzel anları başka hiç kimseyle paylaşamayacakmış hissine kapılıyorum. Yenileri alıyorum ama gözüm eskilerde kalıyor. Kabullenemiyorum. Belki de bir güven-sevgi çatışmasıdır. Kim bilir? Ben... Ben ya, çok bilirmişim gibi kendimi. Gece uyumadan kurduğum hayallerin bile ertesi sabaha uykusuzluğun da verdiği huysuzlukla hiç kurulmamış gibi bir kenara atılması var bir de...
Mutlu olduğum zamanlar çok yoğun bu aralar. Bir şeyin mutluluğuma gelip engel koymasından bir korkum da. Sanki hep öyle olacakmış gibi yaşamak mutluluğu, öleceğini bile bile yaşamayı düşünürcesine mutsuzluk verici, gerici...
Bu aralar mutluluğu çok yakın hissediyorum, uykularımda rahatlıyorum, sabahları huysuz oluyorum, müzik dinliyorum, yenilerle konuşuyorum, eskileri özlüyorum, unutmuyorum, bazen çabalamıyorum, hayatı akışına bırakmayı öğreniyorum, mutluluğumu kucağımda tutuyorum, gülümsüyorum, gülümsemenin sıcaklığını hissediyorum, müzikleri dinliyorum bir kez daha, dalıyorum, devam ediyorum...
Hayalleri hep hayal gördüğümüz için hep hayal kalıyorlar belki de. Bugün dostlarla bunu konuştuk. Eskilerle... Eski duygularla... Duyguları...

2011-11-21

Hiç Bitmeyecek Sandığım Aşklara...

Büyük bir labirentti hayat. Yüksek duvarlarla çevrilmiş zor bir labirent. Kuytu köşelerde saklı duygularıyla, ayakta kalan insanlarla dolu bir labirent. İşte o labirentin iki sakini, benliklerini arayan yolun başında iki insan, biri kız biri erkek... Labirentte ayrı kapılardan başladı hayatları. Birbirlerinden habersiz iki köşeden...

Kız başladı yola. Karşısına gelen tüm duyguları aldı. Denedi, gördü, yaşadı. Bazı duygular öylesine güzel, öylesine yakın geldi ki benimsedi. Kişiliğini oluşturmaya başladı. Duygularını tekrar tekrar öğrendi. Geliştirdi. Bazılarını istemedi. Ama hayatından çıkaramadı onları, çıkartmadı. Her duygunun kendini geliştireceğini biliyor ve bunu bilerek yaşıyordu. Yine de farklı bir şeyler arıyordu gözü her zaman. Hayatına erken gelmiş ama geç kalmış hayalleri vardı. Yolun başında da olsa bunları aramak istedi. Aradı durdu gözleri. Kimi zaman yoruldu. Karşısına labirent duvarları çıktı, engeller çıktı. Ama her şeye rağmen zaman ilerledi. Etrafında olaylar gelişiyor,
insanlar çoğalıyordu...

Oğlan başka bir köşeden başladı hayata. Karşısına gelen tüm duyguları aldı. Denedi, gördü, yaşadı. Onunda kendi kişiliğine ayırdığı duyguları vardı. Tüm duygularını sevdi. Benimsedi. Hayatının, duvarlarının arasında ilerledi. Hayatı gittikçe büyüyordu. Duvarları, duyguları, hayatına erken giren hayalleri teker teker büyüdü. Hayatına yeni insanlar girdi. İlerledikçe farklı hikayeler tanıdı. Onlara katıldı bazen. Dinledi. Anlattı. Zaman çok hızlı ilerlemeye devam ediyor ve bilmek istedikleri çoğalıyordu.

İkisi de çok güçlü bir şey arıyordu. Yollarının büyümeye başladığı anda, düşüncelerinin en yoğun olduğu zamanda, tüm bu duygulara karşı en büyük duyguyu bulmaya çalışıyorlardı. Kız ilerlediği yolda ilk dönemece saptı. Gizli, sarmaşıkların arkasına saklanmış, büyük bir kapı vardı. Açmaya çalıştı olmadı. Kapıyı geçebilmek için ikinci bir insan daha gerekiyordu. Kapıdan biraz uzaklaştı yere oturdu. Bekledi. Oğlan büyüyen yollarda ilerlerken, küçük bir yola rastladı. İçeri girdi. Yavaşça ilerledi. Sarmaşıklarla kaplı, ilginç bir kapıya rastladı. Kapıyı ittirdi. Açılmadı. İkinci bir kişinin gelmesi gerektiğini anladı. Oturdu yere. Beklemeye başladı. İkisi de yorulmuştu. Zamana katılıp sürüklenmekten, bir şeylerin anlamını aramaktan yorulmuşlardı. Biraz bacaklarını kollarının arasına alarak oturmak, biraz sevdiği müzikleri mırıldanmak ve dinlenmek istiyorlardı. Her şeye rağmen zaman hızla ilerliyordu. Sonbahar yaklaşmıştı. Kız sonbahardan nefret ederdi. Yine de sararmaya yakın yaprakların arasından süzülen güneş onu mutlu etmeye yetiyordu. Küçük şeylerden mutlu olabiliyordu. Oğlan o zamanlarda hiçbir şeyi aldırmadan boş boş düşünmekten ve boş şeylere anlam yükleme oyunundan hoşnutluk duyuyordu. Bir şeylere iz bırakmak ve bu düşüncelerini yazmak istedi. Ama bu kadar yorgunken ve etrafta kimse yokken bu yazdıklarını ne yapacaktı ki... İkisi de birden kapıyı hatırladı. Bir kez daha tek başlarına açmayı deneyeceklerdi. Kız ayağa kalktı. Kapıya yöneldi elini dayadı kapıya. Oğlan da düşüncelerinden kurtuldu. Kapının önüne geldi. İki elini kapıya yasladı. Oğlan ve kız bilmeden, aynı anda kapıyı ittirdi. Kapı iki yönlü açıldı. Kız oğlanı gördü. Oğlan kızı... O sırrını çok düşündükleri, ne olduğunu anlamadıkları kapının ardında aslında hiçbir şey yoktu. Yeni yollara açılıyordu. O kapının arkasında yalnızca onlar vardı. Biraz da olsa bir şeyi anladılar. Kapılar farklı yollara açılsa da orada yeni bir duygunun çıkabileceğini, sevginin... Kız ve oğlan yollarına kaldıkları yerden devam ettiler. Yanlarına aldıklar yüksek sevgiyle...
Labirentte ilerlediler. Yollar genişledi, duvarlar büyüdü hayalleriyle birlikte, düşünceleri yoğunlaşmaya devam etti ve her zamanki gibi hızlıca akıyordu zaman. Tek şey aynı kalacaktı, sevgileri. Hep aynı büyüklükte ve yüksek derecede...
17.09.2010

2011-11-03

Ki Ne Kahramanlar Yarattım...

Geçmişimdeki "ben"ler kimi zaman tanımadığım ve kıskandığım oğlanlara dönüşüyor. Özlüyorum anlarımı ve kıskanıyorum o anı yaşamakta olan geçmişi. Sevgilerini, gülüşlerini, yanındaki insanları...
Ne kahramanlarım vardı çocukluğumda, hiç güçleri yoktu. İçimde yaşarlardı. Zamanı gelen giderdi. Bir gün onları kaybettim. O gün özlemi fark ettim. Çocuktum. Büyüdüğümü kabullenmedim. Kahramanlarım yokken zamana yeniktim. Büyüdüm. Kimi zaman kendime yarattığım kahramanlar, zamanla adını unuttuğum insanlara benziyorlar artık.
Ve şimdi tek kahraman içimde yaşayan, küçük bir çocuk kahramanları olan...

2011-09-30

Hüzün ve Sevinç Hariç

Çoğumuzun gecelerden beklentisi bitmesidir. Güneşi severiz çoğumuz. Bitmesi için mi uykularımız? Bazen erken uyumak istememiz... Oysa hayatımızın değişmeyen, en rutin şeyi değil midir bu? Yine de bıkmayız. Rutin olan her şey sıkıcıdır. Geceler ve gündüzler hariç...

Geceler romantiktir. Kimi zaman şarkılarda, kimi zaman hikayelerde... Gündüzler güneşlidir. Renkli... İnsanın yaşam sevincinin arttığı zamanlara denk gelir. Kimi zaman bulutludur ama bulutların gücü de yetmez güneş ışığının aydınlığına. Gerçek sevgiyi barındıran insanlar romantiktir ve hayat dolu. Hüzünlü insanlar yaşam ararlar son ana kadar. Bir göz yaşının rahatlatan serinliğinde... En önemlisi bu iki kişidir. Birbirini bulup rutini tamamlaması gereken. Hayatı tamamlayan...

Hayat gece ve gündüzden ibarettir bazen. Biri romantik bir sevgilidir diğeri renklerle dolu bir dost...

2011-09-17

Ayakkabı, Güneş ve Müziğin Anısı

Parmağım acıyordu. Sıcak bir yaz günü. Anlamıyordum ama acıyordu. Küçük bir kesik vardı. Müzik dinliyordum bankta oturmuş, insanlara bakarak...
Küçük bir çocuk yeni ayakkabılarına bakıyordu. Koşuyordu enerjisi hiç bitmeyecekmişcesine. Bir ayakkabı boyacısı geçiyordu. Biraz daha büyüktü yeni ayakkabı almış çocuğa göre. Bir onun ayakkabısına baktı bir kendi ayaklarına. Sonra başını kaldırdı. Yürüdü. Acıyla baktı güneşe. Güneşten yanmış teni artık etkilenmiyor gibiydi. Gözlerini kıstı. İlerdeki ağacın gölgesine oturdu. Biraz dinlendi. İşe koyuldu. Ayakkabısı yeni, enerjisi sonsuz olan küçük çocuk durmuştu. Koşmuyordu. İnsanlara bakıyordu anlamsız anlamsız. Elim acıyordu hala...
Müzik değiştikçe farklı bir ruh haline giriyordum. Bir çocuğa üzülüyor bir çocuğa seviniyordum. Acısının sebebini bilmediğim elime sinirliydim. Ellerimi yüzüme, dirseklerimi de bacaklarıma dayayarak oturdum. Yere bakıyordum. Küçük bir karınca ayakkabımın önünden geçiyordu. Onu izledim. Gözden kaybettim sonra. Kaybettiğim noktada daldım. Uzun süre... Dalgınlığımı yanıma gelen arkadaşımın gölgesi kesti. Yanıma oturdu. Biraz konuştuk. Bir ara parmağımın kanadığını söyledi. Özür diledi. Sebebini anlamadım. Boş gözlerle baktım. Nedenini sordum o bana mendil uzatırken. "Dün" dedi, "Seninle uğraşırken elimde ayakkabımın altından çıkardığım cam parçası vardı. Benim parmağımda da küçük bir kesik var." Parmağını gösterdi. Hemen hemen aynı yerdeydi kesik. Önemli olmadığını söyledim...

Küçük çocuk annesinin elinden tutmuş yeni ayakkabılarına bakarak ilerledi. Boyacı çocuk terliklerini yere vura vura başka bir yere gitti. Biz bankta müzik dinlemeye devam ettik. İlerde bir ağlama duyduk. Küçük çocuk yere düşmüştü. Eli kanıyordu. Annesi onu sakinleştirmeye çalıştı. "Hayat adil değil" dedi arkadaşım. "Bunca kötü insan var ve ayağının takılacağı yer onu buluyor." diye ekledi. "Evet" diyerek devam ettim. "Hiç değil... Az önce yeni ayakkabılarına bakarak yürüyen bir çocuk, yanında ayakkabısı bile olmayan terlikli boyacı... He bir de... Senin ayakkabına batan camın benim elimi kesmesi... Adil değilmiş gibi sadece. Bazen bakmak istediğimiz yerden baktığımızdan..."
Kısa bir sessizlik oldu.
"Kalkalım mı?" dedim.

Kalktık.
Boyacı gülerek geçti yanımızdan.
Müzik ve parmağımın acısı devam ediyordu...

2011-08-13

İki Adım İleri İki Adım Geri

O şeyi yapmaya karar verirsin. Adımını atarsın. Bir adım daha... Yanlış bir şey yapacağını hissedersin, yapacağın o şeye yaklaştıkça. O anların ikilemi canını sıkar. Geri adım atmak istersin. O yollar çok karanlıktır. Karar anları önünde hiçbir şey yoktur. Simsiyah bir örtü. Geri adım atacakken önüne ışık gelir. Gözlerin kamaşır. Anlamazsın. İlerlemek için bir nedenin vardır. İlerlersin. İkilem de kalırsın. O ışığın gerçekçiliğine inanmak istemezsin. İnanırmış gibi davranırsın. Kendini aldatırsın. İlerlersin.
Durursun.
Arkana bakarsın.
Uyanırsın.
Olduğun yerdesin...

2011-07-01

Kalabalık Yalnızlığı - 1

Kalabalık ortamlardan yalnızlığa giriş yüksek derecede depresif öğeler içerir her zaman. İnsanları, gülüşleri, dansları, beklentilerinizi dahi özlersiniz o yalnızlıklarda. "Kalabalık Yalnızlığı" aslında kalabalık anında olmayan, kalabalıktan çıkıp odanıza öylece oturduğunuzda gelir yanınıza. Ne yapacağınızı hiç bilemediğiniz anlar dibinizdedir. Etrafı izlersiniz. Boşluk... Büyük bir boşluk alır sizi. Dolduramaz kimse. Bitti zannedersiniz. Ama her şey yeni başlıyordur...
Sanki sevenleriniz yokmuş, hayatınızda güzel melodiler hiç kulağınıza ulaşmamış gibi gelir. Oysa her zaman ayrıntılarda vardır birileri. Sen farketmeden birinin hayatına girersin. Bir müzik alır götürür ıssız ama güzel yerlere seni... Hayat sana bakan gözlerin teması kadardır. Küçük sıcaklıklar içerir. Ve sen büyütürsün her şeyi. Aslında her şeyi sen tamamlarsın. Sendedir her şey...
"Kalabalık Yalnızlığı", öyle sandığınız kadar kötü değildir. Her zaman depresiftir ama bazen o öğeler olumluluğu tetikler... Sonra gider. Kimi sevgilisiyle konuşur, kimi uyur, kimi yazar bir şeyleri belki de kimsenin okumayacağını, sadece kelimelere kusmak istediğini bile bile...

Yalnızlık geceleri hissettirir kendini ve geceler romantiktir taze aşıklar gibi...

2011-06-11

Günün Anısı

Her yaz bir kaygısızlık alır beni. Hayatın en tatlı anları gelirmişcesine kaygısız... Sonra sanbahar hissettirmeye başlayınca değişir her şey. Kaygısızlıklarım solar sonbahara benzemek için. Sürekli nefes alma ihtiyacının başlaması, kaygıların artan bölümüdür. Uzun süre çekilir...
Bazı sonbaharlar yazın bulur seni. İçindeki yaz coşkusu sararır. Buna bazen bir kadın bazen bir çocuk neden olur. Beklentilerin yüksekken işlerin saçmasapan bir hal alması en kötüsü...

Bu sefer bir kız bu sonbaharı yaşatan. Eskiden sonbaharı yaz yapan bir kız... Oysa sonbaharı kış yapan da oydu. Şimdi yazı sonbahar yapan da...
Bazen hiç değmediğini anlıyorum. Aslında mevsimleri değiştirmemeli insan. Anı yaşamalı. Kendini o mevsimin tadına, o duygunun zevkine kaptırmalı... Ama ben cümlelerim kadar cesur olamadım hiçbir zaman. Öfkelerim, kıskançlıklarım, sevgilerim, aşklarım hep kelimelerdeydi. Bazen "Hadi oluyor!" diyorum. Bir engel kesiyor önümü kelimelerle kalıyorum. Öyle ki kıskançlığım bile Teoman'da, aşklarım Attila'da kimi zaman belki biraz Edgar'da, öfkelerim süper kahramanlarda, ve ben hep aynı yerdeyim, mevsimlerde, cümlelerde, dostlarımla sohbette, bir kıza öfkesiyle kelimeler dökmekte...

2011-06-01

Beklentiler Sevgisiz

Hiçbir yere sığdıramadığınız insanlar var değil mi hayatınızda? Herkesten çok onlardan beklersiniz bazı şeyleri. Sevgiyi, güzel kelimeleri, sizi heyecanlandıracak anları... Oysa siz onları çok severken her zaman sizden bir adım yüksekte birileri vardır. Beklentileriniz... Bir bakmışsınız başka yerde gerçekleşen anlara dönüşmüş onlar. Size göre yanlış onlara göre doğru yerde duran "yüksek sevgiler"i, sevindirirken bir tarafı, bir taraf buruk kalıyor her zaman. Ve daha yalnız...

Yeni bir yaz daha başlıyor, "güzel günlerin öncesine" beklentilerimiz... Gecenin sesliğine Sara Lov eşlik ediyor. Yakın olduklarımın aksine en büyük beklentimi bu gece o gerçekleştiriyor. İstediğim parçaları söylüyor.

Alınan yok değil mi laflarıma? Aslında kimse yok değil mi buralarda...

2011-05-17

O Anın Tanığı

Ruh halin çökmeye yakın olduğu anlar havanın, insanların güzelliğinin farkına varamıyor insan. Çünkü ya başın ayaklarının ritmik ilerleyişinde ya da yalnızlığın en karanlık yerin öylece dururken buluyorsun kendini. İnsanlar bir şeylere güldüğünde "Neye gülüyor bu insanlar? Güzel olan bir şey mi var?" diyebiliyorsun.
O anlar içinde bir müzik...
Dalgınlığına en büyük yardımcıdır onlar. Kimsenin duyamadığı o sesler seni öyle bir tamamlar ki kimi zaman hayatının fon müziği sanarsın o anlarda...
Oysa küçük şeyler geliyor insanın aklına, ya da seni o müziklerden daha iyi tamamlayan insanlar. Ve güzel şeylerden bahsediyorsunuz sürekli. İnsanların senin ismini sevgiyle söylemesi o müzikler kadar dolduruyor kulağını. Havanın farkına varıyorsun ve kızıyorsun kendine. Belki af diler gibi bir bakış atıyorsun sana sonsuz gelen maviliğe. İnsanlara çeviriyorsun yüzünü. Yalnızlığının karanlığını hafif mavimsi bir telaş alıyor. Gülümsüyorsun insanlara. Onlar kendilerine soruyorlar, " Hayatta güzel olan ne var da bu çocuk gülümsüyor?" diye.

Ardından ben bakıyorum onların solmuş yüzlerine, hayat güzel, neden böyle mutsuz insanlar? Neden yaşadıkları anın tadını çıkaramıyorlar? Sonrasında onlardan ayrılıp sınıfıma giriyorum. Sessizce bir yere oturuyorum. Anın tadını neden alamadığımızı anlıyorum. O anlarda hep önceki anları veya olacakları düşünüp bırakıyor insan yaşadıklarını. Zaten o an o kadar anlık ki kimse anlam veremiyor...
Yine de hayat zor ve bir o kadar da güzel, o anın duygusuyla...