2014-06-17

Bal Arısı Sevgilim

          Hayatımızın her anında hareket isteriz değil mi? Heyecan duymayı, gülmeyi, eğlenmeyi... Belki heyecan duymak değil de sakinliği, huzuru, o en tatlı notayı belki de piyanodan gelen... Hayatımızın her anını en güzel şekilde yaşamaya çalışırız. Başarabildiğimiz kadar işte. Başaramadığımız tecrübelerimiz olacak ilerde. Başarabildiğimiz kısımların ne kadar olduğunu düşündünüz mü hiç?
Ben bir konudaki başarımı, başarıdan ziyade en şanslı olduğum konuyu, en tatlı anlarımı, o anlarımı değerli yapan kadını anlatacağım bu yazıda. O kadın ki bu yazıyı geç görecek belki de.
Soğuk bir kış akşamı başladı her şey. Çok klişe oldu değil mi? Ama bir yerden başlamak lazım. Önce ne oldu biliyor musunuz? Gözlerinde kayboldum. Çok derindi. İçi de güldüğü zaman başka oluyordu. Her bakıştan başka... Sonra zamanla tanıdım. Benden önce sevdiği şeyleri öğrendim. İlk öğrendiğim attı. Atları çok sevdiğini çünkü çok masum bir duruşlarının olduğunu söyledi. Ona huzur veren bir at fotoğrafı vardı. Hala da verir. 28 ay geçti her şeyin başlamasının üzerinden. 11 gün sonra 29 olacak. Ne güzel olacak...
Adının ilk anlamı bal arısı. Bazen öyle sesleniyorum. Çok hoşuna gidiyor. İkinci anlamıysa en sevdiğim... Sevgili... Bir insanın adının böyle tatlı bir anlamı olması, hele ki benim için ayrı bir özellik katıyor. Çoğu zaman "meleğim" şeklinde sesleniyorum. Çünkü bazen bende bıraktığı etkilerin bir insana ait olamayacağını düşünüyorum. Hayatımda hiçbir insanın kahkahaları kulaklarımda yankı yaparak tatlı melodilere dönüşmemişti çünkü. Beni öptüğü zaman çıktığım o serin ve güzelliklerle dolu gökyüzü yolculuğundan bahsedemem bile.
Beni ilk öptüğünde içimde bir noktada patlama olmuştu. Göğsümün ortasında bir mavilik belirmişti. Gözümü kapattığımda yaptığım ilk yolculuktu o. Kalbimin hizasında bir noktada mavi renk yayılmıştı etrafa. Toz bulutu halinde dağılmıştı içime. Zaman zaman o toz bulutu tekrar gösterir kendini bana. Parçalar halinde... 
Heyecanımı hep canlı tuttu. Minik ellerini tuttuğumda hala hafifçe terlerim. Kan fazla pompalanır vücuduma. Damarlarımda sürtündüğünü hissederim. Büyük ihtimalle 28 aydan sonra kalbimin hizasındaki kaburgalarım çoktan zedelenmiştir bile. Arada çıkmaya çalıştığı oluyor çünkü. 
Koca kafamın biraz etlice olan yanaklarına ellerini koyduğunda sakinleşiyorum. Orası huzur oluyor artık benim için. Bir de okşuyorsa değmeyin bana. Dünyanın sadece mavi ve yeşil renklerden oluştuğunu düşünüyorum o anlarda...
Güneş hiç batmıyor onun yanında. Kapalı havalarda bile güneşin bulutların önüne geçebildiğini düşünüyorum onunla. Kışları ılık geçiyor yazları serin. Bahar gibi bir şey işte benim için. İlkbaharım o benim...
Kumdan kaleler yaparcasına hayaller kuruyoruz biz onunla. Şu an geniş bir sahil kadar kumdan kalemiz var bizim. Koruyoruz. Korumaya da devam edeceğiz. 
Hep heyecan duymayı, gülmeyi, eğlenmeyi seviyorum. Bazen sakinlik de arıyorum huzurlu bir sakinlik. Hepsini bir yerde toplayabildim ben. Bir kadın bana tüm bunları gösterebildi. Nefes aldığımda o nefesin değerli olduğunu hissettirdi. Kalbimin ritmini düzenledi. Atışlarını daha çok hissettirdi. Karında uçuşan kelebeklerin -pardon tepinen diyecektim- olduğunu gösterdi. 
Bir insanı nasıl kalbinizin merkezine alabileceğinizi söyleyemem size, ya da gözlerinde kaybolduğunuzda birinin nasıl yolu bulup çıkacağınızı anlatamam. Çünkü hepsi bir anda oluyor bunların. Bir anda gökyüzüne çıkıyorsunuz bir anda nefes aldığınızı hissediyorsunuz. Bunları yaşatan sadece bir kişi oluyor. Belki de bir melek... Bunca hissi yaşatan bir varlığım var benim... Melisim...