2011-12-11

Renkler Gökyüzünde Gülümser

Hiç sevmediğim o pazar akşamüstü aniden bir görüntü geldi gözümün önüne. Zar zor gördüğüm güneş, bulutların arkasından batışını tamamlayacaktı ki orada bir yerlerde olduğunu bildiren bir renk bıraktı bulutlara ve gökyüzüne. Bulutların minik çatlakları arasından sızan turuncu rengi hiçbir portakal kabuğunda bulunamazdı, doygun ve göz alıcıydı. Bakakaldım birkaç saatliğine gittiğim binanın yüksek katlarından, pencereden. Baktım ve baktım. Kimse yoktu yanımda. İnsanlar başka odalarda, başka dertlerle ilgilenirken, dertsiz dertsiz bakıyordum ben. O anki tek derdim, o görüntüyü kimseyle paylaşamamamdı. Sonradan anlattığım zaman aynı etkiyi bırakmayacağını da biliyordum. Hep ağlamaklı duran bu şehrin böyle gülümsediğine kim inanırdı anlatılsa? Güneşin günü ve haftayı terkederken tatlı bir "hoşçakalın" mesajı verdiğine kim inanırdı? Bizim inandığımız aslında, dünyanın güneşe sırt çevirdiği değil de güneşin bizi bırakıp gittiği değil mi? Her zaman yanılıyoruz. Bakış açımızı yanlış kurguluyoruz...
Turuncu renk kendini geceye bırakıyordu, insanlar inanmazken bunlara. Güneş başka yerlerde, hiç tanımadığımız insanların üstünde beliriyordu. Haftasonunu geride bırakan, kimsenin sevmediği şehir dinlenmeye hazırlanıyordu. Havanın rengi soluyordu...

Sonrasında soldu, soldu... Önce lacivert oldu. Ardından renkler kayboldu...

Biz insanlar yeryüzünde ararken sevinci, gökyüzü gülümser kimi zaman. Kafamız yerde solgunluğa bakarken, renkler üstümüzde belki o zaman...

Harika dostlarla, onlar kadar harika olmayan güzel bir haftasonunu geride bırakırken...

http://fizy.com/#s/3e3b5y

2011-11-29

Sorular Vardı Özlenen...

En büyük hayal kırıklarını beklentilerimin en yüksek olduğu noktada yaşıyorum her zaman. Sadece ben değilim. Yaşıyoruz. Beklentileri yüksek tuttuğumuzdan hep. Sandığımız şeylerin yanlış çıkmasından...
Güneşi gördüğümüz zaman aldanırız ya ona, sanki gerçekten ısıtacakmış gibi her yeri. Güveniriz. Oysa güneş bile kaç kez boşa çıkarmıştır güvenimizi. Bulutlar, yıldızlar, sokak lambalarının hiç sönmeyecekmiş gibi yanması. Çoğu zaman güvenimizi boşa çıkarmamış mıdır? Yıldızları gördüğümüz gökyüzünün ertesi gününde güneşi göreceğimizi sandığımız kaç gece, sabaha döndüğünde hüzünlendirdi bizi? Bulutlara bakıp yağmur bekleyen kaç sevgili ıslanamadı sevdiceğinin sıcaklığıyla? Bulutların öylece durup güneşi kapatması kaç insanın ağzını bozmasına neden oldu? Sonra açan güneş kaç teni yaktı? Güvenimiz kaç kere kapandı bulutlarla, kaç kere hüzünlendirdi, kaç kere yandı güneşle, kaç kere sokak lambalarının söndüğüne şahit olduk?
Kaç kere takıldı ayağınız beklentilerin en yüksek noktasında, bir anda takılıp düştünüz düş kırıkları dolu sulara? Nerede olduğunuzu anlamlandıramadığınız anlarda geçmişi özlediğinizi anladınız mı hiç?

Nerede olduğumu unuttuğumda bazen rüyalarımda bilindik yerlere gidiyorum. Özlüyorum. Geceleri yıldızlar altında özlem gideriyor, güneşe aldanıp çıktığım zamanlarda kendimi bilinmedik yerlerde buluyorum...

http://fizy.com/#s/12y2qk

2011-11-23

Bir Eskici Gelir Düşüncelere...

Hayatın insanlara yaptığı şeylerden korkuyorum bazen. Yaşam sevincinin en yüksekte olduğu zamanlardaki savunmasızlığını kullanabiliyor kimi zaman. Sevgi yüklü ilişkileri altından kalkılmayacak yıkıntılar haline getirişi... Peki mutluluktan korkutmasına ne demeli?
İçimde kökleşmiş olan duyguları yaratan insanları hiçbir zaman bırakmak istemediğimi farkediyorum bu sıralar. Eski dostları, eski aşkları, ilkleri... Unutmamak için girdiğim çabaların çoğu başarılı olsa da, çatlakların insanın göz zevkini rahatsız ettiği gibi bu çabalardan doğan baskı sonucu ortaya çıkan duygularım rahatsız edici oluyor bazen.
Geçmişte yaşadığın güzel anları başka hiç kimseyle paylaşamayacakmış hissine kapılıyorum. Yenileri alıyorum ama gözüm eskilerde kalıyor. Kabullenemiyorum. Belki de bir güven-sevgi çatışmasıdır. Kim bilir? Ben... Ben ya, çok bilirmişim gibi kendimi. Gece uyumadan kurduğum hayallerin bile ertesi sabaha uykusuzluğun da verdiği huysuzlukla hiç kurulmamış gibi bir kenara atılması var bir de...
Mutlu olduğum zamanlar çok yoğun bu aralar. Bir şeyin mutluluğuma gelip engel koymasından bir korkum da. Sanki hep öyle olacakmış gibi yaşamak mutluluğu, öleceğini bile bile yaşamayı düşünürcesine mutsuzluk verici, gerici...
Bu aralar mutluluğu çok yakın hissediyorum, uykularımda rahatlıyorum, sabahları huysuz oluyorum, müzik dinliyorum, yenilerle konuşuyorum, eskileri özlüyorum, unutmuyorum, bazen çabalamıyorum, hayatı akışına bırakmayı öğreniyorum, mutluluğumu kucağımda tutuyorum, gülümsüyorum, gülümsemenin sıcaklığını hissediyorum, müzikleri dinliyorum bir kez daha, dalıyorum, devam ediyorum...
Hayalleri hep hayal gördüğümüz için hep hayal kalıyorlar belki de. Bugün dostlarla bunu konuştuk. Eskilerle... Eski duygularla... Duyguları...

2011-11-21

Hiç Bitmeyecek Sandığım Aşklara...

Büyük bir labirentti hayat. Yüksek duvarlarla çevrilmiş zor bir labirent. Kuytu köşelerde saklı duygularıyla, ayakta kalan insanlarla dolu bir labirent. İşte o labirentin iki sakini, benliklerini arayan yolun başında iki insan, biri kız biri erkek... Labirentte ayrı kapılardan başladı hayatları. Birbirlerinden habersiz iki köşeden...

Kız başladı yola. Karşısına gelen tüm duyguları aldı. Denedi, gördü, yaşadı. Bazı duygular öylesine güzel, öylesine yakın geldi ki benimsedi. Kişiliğini oluşturmaya başladı. Duygularını tekrar tekrar öğrendi. Geliştirdi. Bazılarını istemedi. Ama hayatından çıkaramadı onları, çıkartmadı. Her duygunun kendini geliştireceğini biliyor ve bunu bilerek yaşıyordu. Yine de farklı bir şeyler arıyordu gözü her zaman. Hayatına erken gelmiş ama geç kalmış hayalleri vardı. Yolun başında da olsa bunları aramak istedi. Aradı durdu gözleri. Kimi zaman yoruldu. Karşısına labirent duvarları çıktı, engeller çıktı. Ama her şeye rağmen zaman ilerledi. Etrafında olaylar gelişiyor,
insanlar çoğalıyordu...

Oğlan başka bir köşeden başladı hayata. Karşısına gelen tüm duyguları aldı. Denedi, gördü, yaşadı. Onunda kendi kişiliğine ayırdığı duyguları vardı. Tüm duygularını sevdi. Benimsedi. Hayatının, duvarlarının arasında ilerledi. Hayatı gittikçe büyüyordu. Duvarları, duyguları, hayatına erken giren hayalleri teker teker büyüdü. Hayatına yeni insanlar girdi. İlerledikçe farklı hikayeler tanıdı. Onlara katıldı bazen. Dinledi. Anlattı. Zaman çok hızlı ilerlemeye devam ediyor ve bilmek istedikleri çoğalıyordu.

İkisi de çok güçlü bir şey arıyordu. Yollarının büyümeye başladığı anda, düşüncelerinin en yoğun olduğu zamanda, tüm bu duygulara karşı en büyük duyguyu bulmaya çalışıyorlardı. Kız ilerlediği yolda ilk dönemece saptı. Gizli, sarmaşıkların arkasına saklanmış, büyük bir kapı vardı. Açmaya çalıştı olmadı. Kapıyı geçebilmek için ikinci bir insan daha gerekiyordu. Kapıdan biraz uzaklaştı yere oturdu. Bekledi. Oğlan büyüyen yollarda ilerlerken, küçük bir yola rastladı. İçeri girdi. Yavaşça ilerledi. Sarmaşıklarla kaplı, ilginç bir kapıya rastladı. Kapıyı ittirdi. Açılmadı. İkinci bir kişinin gelmesi gerektiğini anladı. Oturdu yere. Beklemeye başladı. İkisi de yorulmuştu. Zamana katılıp sürüklenmekten, bir şeylerin anlamını aramaktan yorulmuşlardı. Biraz bacaklarını kollarının arasına alarak oturmak, biraz sevdiği müzikleri mırıldanmak ve dinlenmek istiyorlardı. Her şeye rağmen zaman hızla ilerliyordu. Sonbahar yaklaşmıştı. Kız sonbahardan nefret ederdi. Yine de sararmaya yakın yaprakların arasından süzülen güneş onu mutlu etmeye yetiyordu. Küçük şeylerden mutlu olabiliyordu. Oğlan o zamanlarda hiçbir şeyi aldırmadan boş boş düşünmekten ve boş şeylere anlam yükleme oyunundan hoşnutluk duyuyordu. Bir şeylere iz bırakmak ve bu düşüncelerini yazmak istedi. Ama bu kadar yorgunken ve etrafta kimse yokken bu yazdıklarını ne yapacaktı ki... İkisi de birden kapıyı hatırladı. Bir kez daha tek başlarına açmayı deneyeceklerdi. Kız ayağa kalktı. Kapıya yöneldi elini dayadı kapıya. Oğlan da düşüncelerinden kurtuldu. Kapının önüne geldi. İki elini kapıya yasladı. Oğlan ve kız bilmeden, aynı anda kapıyı ittirdi. Kapı iki yönlü açıldı. Kız oğlanı gördü. Oğlan kızı... O sırrını çok düşündükleri, ne olduğunu anlamadıkları kapının ardında aslında hiçbir şey yoktu. Yeni yollara açılıyordu. O kapının arkasında yalnızca onlar vardı. Biraz da olsa bir şeyi anladılar. Kapılar farklı yollara açılsa da orada yeni bir duygunun çıkabileceğini, sevginin... Kız ve oğlan yollarına kaldıkları yerden devam ettiler. Yanlarına aldıklar yüksek sevgiyle...
Labirentte ilerlediler. Yollar genişledi, duvarlar büyüdü hayalleriyle birlikte, düşünceleri yoğunlaşmaya devam etti ve her zamanki gibi hızlıca akıyordu zaman. Tek şey aynı kalacaktı, sevgileri. Hep aynı büyüklükte ve yüksek derecede...
17.09.2010

2011-11-03

Ki Ne Kahramanlar Yarattım...

Geçmişimdeki "ben"ler kimi zaman tanımadığım ve kıskandığım oğlanlara dönüşüyor. Özlüyorum anlarımı ve kıskanıyorum o anı yaşamakta olan geçmişi. Sevgilerini, gülüşlerini, yanındaki insanları...
Ne kahramanlarım vardı çocukluğumda, hiç güçleri yoktu. İçimde yaşarlardı. Zamanı gelen giderdi. Bir gün onları kaybettim. O gün özlemi fark ettim. Çocuktum. Büyüdüğümü kabullenmedim. Kahramanlarım yokken zamana yeniktim. Büyüdüm. Kimi zaman kendime yarattığım kahramanlar, zamanla adını unuttuğum insanlara benziyorlar artık.
Ve şimdi tek kahraman içimde yaşayan, küçük bir çocuk kahramanları olan...

2011-09-30

Hüzün ve Sevinç Hariç

Çoğumuzun gecelerden beklentisi bitmesidir. Güneşi severiz çoğumuz. Bitmesi için mi uykularımız? Bazen erken uyumak istememiz... Oysa hayatımızın değişmeyen, en rutin şeyi değil midir bu? Yine de bıkmayız. Rutin olan her şey sıkıcıdır. Geceler ve gündüzler hariç...

Geceler romantiktir. Kimi zaman şarkılarda, kimi zaman hikayelerde... Gündüzler güneşlidir. Renkli... İnsanın yaşam sevincinin arttığı zamanlara denk gelir. Kimi zaman bulutludur ama bulutların gücü de yetmez güneş ışığının aydınlığına. Gerçek sevgiyi barındıran insanlar romantiktir ve hayat dolu. Hüzünlü insanlar yaşam ararlar son ana kadar. Bir göz yaşının rahatlatan serinliğinde... En önemlisi bu iki kişidir. Birbirini bulup rutini tamamlaması gereken. Hayatı tamamlayan...

Hayat gece ve gündüzden ibarettir bazen. Biri romantik bir sevgilidir diğeri renklerle dolu bir dost...

2011-09-17

Ayakkabı, Güneş ve Müziğin Anısı

Parmağım acıyordu. Sıcak bir yaz günü. Anlamıyordum ama acıyordu. Küçük bir kesik vardı. Müzik dinliyordum bankta oturmuş, insanlara bakarak...
Küçük bir çocuk yeni ayakkabılarına bakıyordu. Koşuyordu enerjisi hiç bitmeyecekmişcesine. Bir ayakkabı boyacısı geçiyordu. Biraz daha büyüktü yeni ayakkabı almış çocuğa göre. Bir onun ayakkabısına baktı bir kendi ayaklarına. Sonra başını kaldırdı. Yürüdü. Acıyla baktı güneşe. Güneşten yanmış teni artık etkilenmiyor gibiydi. Gözlerini kıstı. İlerdeki ağacın gölgesine oturdu. Biraz dinlendi. İşe koyuldu. Ayakkabısı yeni, enerjisi sonsuz olan küçük çocuk durmuştu. Koşmuyordu. İnsanlara bakıyordu anlamsız anlamsız. Elim acıyordu hala...
Müzik değiştikçe farklı bir ruh haline giriyordum. Bir çocuğa üzülüyor bir çocuğa seviniyordum. Acısının sebebini bilmediğim elime sinirliydim. Ellerimi yüzüme, dirseklerimi de bacaklarıma dayayarak oturdum. Yere bakıyordum. Küçük bir karınca ayakkabımın önünden geçiyordu. Onu izledim. Gözden kaybettim sonra. Kaybettiğim noktada daldım. Uzun süre... Dalgınlığımı yanıma gelen arkadaşımın gölgesi kesti. Yanıma oturdu. Biraz konuştuk. Bir ara parmağımın kanadığını söyledi. Özür diledi. Sebebini anlamadım. Boş gözlerle baktım. Nedenini sordum o bana mendil uzatırken. "Dün" dedi, "Seninle uğraşırken elimde ayakkabımın altından çıkardığım cam parçası vardı. Benim parmağımda da küçük bir kesik var." Parmağını gösterdi. Hemen hemen aynı yerdeydi kesik. Önemli olmadığını söyledim...

Küçük çocuk annesinin elinden tutmuş yeni ayakkabılarına bakarak ilerledi. Boyacı çocuk terliklerini yere vura vura başka bir yere gitti. Biz bankta müzik dinlemeye devam ettik. İlerde bir ağlama duyduk. Küçük çocuk yere düşmüştü. Eli kanıyordu. Annesi onu sakinleştirmeye çalıştı. "Hayat adil değil" dedi arkadaşım. "Bunca kötü insan var ve ayağının takılacağı yer onu buluyor." diye ekledi. "Evet" diyerek devam ettim. "Hiç değil... Az önce yeni ayakkabılarına bakarak yürüyen bir çocuk, yanında ayakkabısı bile olmayan terlikli boyacı... He bir de... Senin ayakkabına batan camın benim elimi kesmesi... Adil değilmiş gibi sadece. Bazen bakmak istediğimiz yerden baktığımızdan..."
Kısa bir sessizlik oldu.
"Kalkalım mı?" dedim.

Kalktık.
Boyacı gülerek geçti yanımızdan.
Müzik ve parmağımın acısı devam ediyordu...

2011-08-13

İki Adım İleri İki Adım Geri

O şeyi yapmaya karar verirsin. Adımını atarsın. Bir adım daha... Yanlış bir şey yapacağını hissedersin, yapacağın o şeye yaklaştıkça. O anların ikilemi canını sıkar. Geri adım atmak istersin. O yollar çok karanlıktır. Karar anları önünde hiçbir şey yoktur. Simsiyah bir örtü. Geri adım atacakken önüne ışık gelir. Gözlerin kamaşır. Anlamazsın. İlerlemek için bir nedenin vardır. İlerlersin. İkilem de kalırsın. O ışığın gerçekçiliğine inanmak istemezsin. İnanırmış gibi davranırsın. Kendini aldatırsın. İlerlersin.
Durursun.
Arkana bakarsın.
Uyanırsın.
Olduğun yerdesin...

2011-07-01

Kalabalık Yalnızlığı - 1

Kalabalık ortamlardan yalnızlığa giriş yüksek derecede depresif öğeler içerir her zaman. İnsanları, gülüşleri, dansları, beklentilerinizi dahi özlersiniz o yalnızlıklarda. "Kalabalık Yalnızlığı" aslında kalabalık anında olmayan, kalabalıktan çıkıp odanıza öylece oturduğunuzda gelir yanınıza. Ne yapacağınızı hiç bilemediğiniz anlar dibinizdedir. Etrafı izlersiniz. Boşluk... Büyük bir boşluk alır sizi. Dolduramaz kimse. Bitti zannedersiniz. Ama her şey yeni başlıyordur...
Sanki sevenleriniz yokmuş, hayatınızda güzel melodiler hiç kulağınıza ulaşmamış gibi gelir. Oysa her zaman ayrıntılarda vardır birileri. Sen farketmeden birinin hayatına girersin. Bir müzik alır götürür ıssız ama güzel yerlere seni... Hayat sana bakan gözlerin teması kadardır. Küçük sıcaklıklar içerir. Ve sen büyütürsün her şeyi. Aslında her şeyi sen tamamlarsın. Sendedir her şey...
"Kalabalık Yalnızlığı", öyle sandığınız kadar kötü değildir. Her zaman depresiftir ama bazen o öğeler olumluluğu tetikler... Sonra gider. Kimi sevgilisiyle konuşur, kimi uyur, kimi yazar bir şeyleri belki de kimsenin okumayacağını, sadece kelimelere kusmak istediğini bile bile...

Yalnızlık geceleri hissettirir kendini ve geceler romantiktir taze aşıklar gibi...

2011-06-11

Günün Anısı

Her yaz bir kaygısızlık alır beni. Hayatın en tatlı anları gelirmişcesine kaygısız... Sonra sanbahar hissettirmeye başlayınca değişir her şey. Kaygısızlıklarım solar sonbahara benzemek için. Sürekli nefes alma ihtiyacının başlaması, kaygıların artan bölümüdür. Uzun süre çekilir...
Bazı sonbaharlar yazın bulur seni. İçindeki yaz coşkusu sararır. Buna bazen bir kadın bazen bir çocuk neden olur. Beklentilerin yüksekken işlerin saçmasapan bir hal alması en kötüsü...

Bu sefer bir kız bu sonbaharı yaşatan. Eskiden sonbaharı yaz yapan bir kız... Oysa sonbaharı kış yapan da oydu. Şimdi yazı sonbahar yapan da...
Bazen hiç değmediğini anlıyorum. Aslında mevsimleri değiştirmemeli insan. Anı yaşamalı. Kendini o mevsimin tadına, o duygunun zevkine kaptırmalı... Ama ben cümlelerim kadar cesur olamadım hiçbir zaman. Öfkelerim, kıskançlıklarım, sevgilerim, aşklarım hep kelimelerdeydi. Bazen "Hadi oluyor!" diyorum. Bir engel kesiyor önümü kelimelerle kalıyorum. Öyle ki kıskançlığım bile Teoman'da, aşklarım Attila'da kimi zaman belki biraz Edgar'da, öfkelerim süper kahramanlarda, ve ben hep aynı yerdeyim, mevsimlerde, cümlelerde, dostlarımla sohbette, bir kıza öfkesiyle kelimeler dökmekte...

2011-06-01

Beklentiler Sevgisiz

Hiçbir yere sığdıramadığınız insanlar var değil mi hayatınızda? Herkesten çok onlardan beklersiniz bazı şeyleri. Sevgiyi, güzel kelimeleri, sizi heyecanlandıracak anları... Oysa siz onları çok severken her zaman sizden bir adım yüksekte birileri vardır. Beklentileriniz... Bir bakmışsınız başka yerde gerçekleşen anlara dönüşmüş onlar. Size göre yanlış onlara göre doğru yerde duran "yüksek sevgiler"i, sevindirirken bir tarafı, bir taraf buruk kalıyor her zaman. Ve daha yalnız...

Yeni bir yaz daha başlıyor, "güzel günlerin öncesine" beklentilerimiz... Gecenin sesliğine Sara Lov eşlik ediyor. Yakın olduklarımın aksine en büyük beklentimi bu gece o gerçekleştiriyor. İstediğim parçaları söylüyor.

Alınan yok değil mi laflarıma? Aslında kimse yok değil mi buralarda...

2011-05-17

O Anın Tanığı

Ruh halin çökmeye yakın olduğu anlar havanın, insanların güzelliğinin farkına varamıyor insan. Çünkü ya başın ayaklarının ritmik ilerleyişinde ya da yalnızlığın en karanlık yerin öylece dururken buluyorsun kendini. İnsanlar bir şeylere güldüğünde "Neye gülüyor bu insanlar? Güzel olan bir şey mi var?" diyebiliyorsun.
O anlar içinde bir müzik...
Dalgınlığına en büyük yardımcıdır onlar. Kimsenin duyamadığı o sesler seni öyle bir tamamlar ki kimi zaman hayatının fon müziği sanarsın o anlarda...
Oysa küçük şeyler geliyor insanın aklına, ya da seni o müziklerden daha iyi tamamlayan insanlar. Ve güzel şeylerden bahsediyorsunuz sürekli. İnsanların senin ismini sevgiyle söylemesi o müzikler kadar dolduruyor kulağını. Havanın farkına varıyorsun ve kızıyorsun kendine. Belki af diler gibi bir bakış atıyorsun sana sonsuz gelen maviliğe. İnsanlara çeviriyorsun yüzünü. Yalnızlığının karanlığını hafif mavimsi bir telaş alıyor. Gülümsüyorsun insanlara. Onlar kendilerine soruyorlar, " Hayatta güzel olan ne var da bu çocuk gülümsüyor?" diye.

Ardından ben bakıyorum onların solmuş yüzlerine, hayat güzel, neden böyle mutsuz insanlar? Neden yaşadıkları anın tadını çıkaramıyorlar? Sonrasında onlardan ayrılıp sınıfıma giriyorum. Sessizce bir yere oturuyorum. Anın tadını neden alamadığımızı anlıyorum. O anlarda hep önceki anları veya olacakları düşünüp bırakıyor insan yaşadıklarını. Zaten o an o kadar anlık ki kimse anlam veremiyor...
Yine de hayat zor ve bir o kadar da güzel, o anın duygusuyla...

2011-05-08

Anneme...

Canım Annem, huysuz ve tatlı kadınım, ilk aşkım,


Kolay değil 28 yıl… Benim adıma 18 olsa da daha, sen yarım aşıra dayanmış kadın, 28 yıldır annesin. 18 yıl önce biraz acı çektirdim değil mi dünyaya gelerek? Öncelikle bu yüzden özür dilerim. Ve sen o acılara rağmen bana en tatlı sütünden ikram ettin değil mi? Sadece bana ait olan sütünden… 17 yıl önce ilk doğum günümde ne çabuk geçti bir yıl diyordun belki. Belki o kadar uğraştırıyordum ki seni bir an önce büyümemi istiyordun. 14 yıl önce artık altıma yapmadığım için mutluydun. Sana o yaşlarda böyle mutluluklar verebildiğim için mutluyum. 11 yıl önce okulun ilk günü heyecanı sararken beni senin içinde bir korku vardı değil mi? Başıma bir şey gelecek diye için içini yiyordu. Bense daha o duyguyu bilmeden sana bunları yaşattım. Her sabah beslenme çantamı en güzel şekilde hazırlardın. Bir gün olsun aç kalmamam için çabaladın sabah akşam. Bense büyümekle meşguldüm… Geceleri en ufak kabustan korkar yanınıza gelirdim. Hemen uyanırdın. Hissederdin beni belki de. Kollarına alırdın beni. O andan sonra hiçbir şey zarar veremezdi bana. Korktukça koltuğuna daha da çok sokulurdum. En yumuşak, en güvenli yastığımdı. Büyüdüm yavaşça. Kabuslar korkutmamaya başladı. Geceleri sokulmamaya başladım. Ama hala en güvenli yerdir kolların…


Şimdi anlıyorum zamanın hızlı geçtiğini. İnsan büyüdükçe anlıyor bazı şeyleri. Her gün yeni bir şeyler oluyor hayatında. Şimdi anlıyorum ki sen, beni her şeyimle ve kayıtsızca sevecek tek kadınsın. Her zaman yakışıklı görüneceğim tek kadın. Yıllar geçecek. Ben hep senin küçük oğluşun olarak kalmaya devam edeceğim. Her zaman beni korumak isteyeceksin. Dışarı çıktığımda o günkü gibi olmasa da için içini yiyecek. Midem patlayana kadar yedirsen de biraz daha koymak için çabalayacaksın tabağıma. İlgiye boğacaksın beni. Ve ben hep sıkıldığımı belli edeceğim sana. Sen yine de seveceksin beni… Ama biliyor musun ben de hiçbir kadını seni öptüğüm gibi öpmeyeceğim. Sana sarıldığım gibi sarılmayacağım hiçbir kadına. Hiçbir kadın senin kadar değerli de olmayacak. Yine biliyorum ki, hiçbir kadın da senin kadar sevgi dolu öpmeyecek, senin bana sarıldığın gibi sarılmayacak…


Daha 18 yaşındayım. Senin yaşına gelebilmem için yaşadığım yılların bir buçuk katını daha yaşamalıyım. Ne kadar büyüdüğümü düşünsem de, biliyorum ki ben hala senin küçük çocuğunum. 20 yıl sonra da öyle olacağım… Büyüdüğümü hissettiğim bu yaşımda anne dediğim bir meleğe sahip olmak çok güzel bir duygu. Karşılık beklemeden her şeyime yetişen meleğim, seni hiçbir zaman anlayamayacağım için affet beni…


Kağıdın yanında duran çiçek aldığımda çok güzeldi. Ama senin yanında rengi sönük, kokusu eskimiş olacak. Hiçbir çiçek senin gibi güzel kokmayacak. Düşünüyorum da sana olan borcumu kapatabilmenin yollarını. Hiçbir zaman kapanmayacak değil mi? Seni sırtıma alıp hiç bırakmadan dünya turuna çıkarsam da bitmeyecek sana olan borcum…


Annem, meleğim, ilk aşkım, huysuz ama her daim tatlı kadın, bugünün adına seni vermişler. Oysa ben sadece bugün değil. Yaşadığım 6277 gün boyunca aynı şiddette sevdim ve nefes aldığım her an sevmeye devam edeceğim seni. Bugün sadece bir gün… Anneler günün kutlu olsun kraliçem...

2011-05-06

Son Satırı Hikayenin...

Yorucu günlerin ardından odama çekilip koltuğuma öylece oturmak, mutluluk verici. Bütün gün gördüklerin, dinlediklerin, hissettiklerin seni yalnız yakalayıp yoklamayı öyle sever ki... Bütün gününü gözden geçirip, değiştirecekmiş gibi yorumlar yapmak, anı bırakmanın en güzel örneği belki de. Sonra biraz da geleceğe dair planlar yapılır ki bunler genelde plandan çıkıp hayale kayar...
Yine de anı yaşadığının farkına varmazsın, saatlerdir koltukta duran kıçının sıcaklığı seni alır yaza götürür. Zannedersin ki her şey bitmiş, rahatlık gelmiştir. Güzel günler vardır önünde. Eh ergenliği bitirmiş yeni genç profili, gözün açıkken daldığın uykudan uyanma vaktidir galiba. Çünkü güzel günler yarınlarda, yarınlarsa biraz uzaktardır. O kol kalınlığında kitapların arasına dönüp ne işe yaradığını anlamadın, geleceğini şekillendirecek sorulara bakma vakti...
Olmaz ki her ne kadar kafanı dağıtmaya çalışsan da. Bünye bırakmaz duygularını. Sen ellerinle tutarken kalemi, ayakların öylece sallanmaktadır. Sanma ki ritim tutar ayaklar. Onlar isyan etmeye çalışan organların ya da boşta kalan elinin ağızda dolanması mesela...
Sen bir şeyler hayal ederken, gerçeklerin bekler bir kenarda. Hikayelerin hiçbir zaman yer almaz hayallerinde. Belki birkaç kahraman gelir de yanına sokuluverir hayallerine. Hikayeleri düzeltmeye çalışırken biraz daha karalarsın bilmeden. Hayaller eskizdir. Ama sn bir türlü nerden başlayacağını bilemezsin. Sonra yeni bir hikaye yaratayım dersin uzakalara bakarak. Belki de en güzel hikayemi. Sonra bir ses gelir de yakınında irkilirsin o anda...
"Dur be oğlum daha bu hikaye bitmedi."
Şimdi düşünüyorum da loş ışıklı odamda, kıçımın sıcaklığından yaz hayalleri kurarken, bütün günün yorgunluğunu atmaya çalıştığım koltuğumda, geçmişi yorumlayıp, geleceği kurmaya çalışırken o anı bırakmak, hikayeni biraz gösterir aslında... Lise hikayeni sonlandırmaya bir adım kala, biraz gözlerinin dolmasına...

2011-03-05

Günler 24 Saat Değil...

Sıkışıp kalmışız hayatlarımıza. Korkağız, kumdan kalesinin hiç yıkılmamasını isteyen ama her an yıkılmasını düşünen küçük bir çocuk gibi. Kayboluruz, kimimiz kağıtların, kimimiz insanların, kimimiz hiç bilmediği yerlerin arasında... Saatlere bakarız, takvim yapraklarını yırtarız günü gününe. Kimse için günler 24 saat değil. Herkes anlamadan yaşar, ancak iki belki üç saatini... Rüyalarımızı, hayallerimizi açıkça anlatmaya korkarız, susarız, kendimizle çelişiriz... Korkağız...

İnsan her şeyini bırakıp gitmek ister bazen. Öyle bir bırakmalıdır ki orayı, geride kalbinin küçük bir parçası bile kalmamalı... Rüzgara, güneşe doğru bırakmalı kendini... Hissetmeli uçuşan saçlarının arasındaki titreşimi. Her telinin ucuna kadar hissetmeli güneşin sıcaklığını, tadını... Her anında bir müzik çalmalı kulağında, kendini bırakmalı ritmine, gözünü kapatmalı... Ara sıra durup kalbini dinlemeli, yaşamını... Oradaki ışığı görmeli, hep oraya ilerlemeli... Sevmeli her şeyi yeniden. Saatleri bırakmalı, güneşe, aya bakmalı... Kağıtları alıp dizmeli önüne, ellerinin arasında sıkıştırmalı. İnsanları, bilmediği yerleri tanımalı...
Her insan birer çocuk, kumdan kalesi için endişelenen. Oysa bırakmalı endişeyi. Yaptığı kaleye gülümsemeli, yıkılanları tekrar tekrar yapmalı... Kaybolmalı bazen, kendini bulmalı kaybolduğu yerde. Ve hep gülümsemeli çocuklara, kumdan kaleleri yapacak cesareti göstermeli, büyümeli...

2011-02-12

Sözcükler Bulur Duygularını...

Bir his... İnsanı gülüşlerinden, sevinçlerinden edecek kadar kuvvetli... Kalbinin yanında bir yumruk gibi saklı durur hani bazen. Tarif edemezsin. Nefes alırsın ama hissedemezsin. Kriz gibidir. Ama kriz değil. Derin bir nefesle geçeceğini zannedersin. Derin bir nefes... Geçmez. Terlersin. Derin nefes alışın devam eder. Beynini, kalbini meşgul eden bir şeyler vardır...

Kimi zaman yakalanır insanlar bu gibi vakalara. Garip bir düşünce girmiştir aklına ya da kalbin, için karmakarışıktır. Anlamadan derin nefesler alıp verirsin. Kendine bile itiraf edemezsin... Yanlış, yolunu şaşıran duygulardan bahsediyorum...

İnsanlar kalplerinde duyguları ve kişileri birlikte taşırlar. Göremediğimiz bir sınırları vardır hepsinin. Ancak bazen duygular ve kişiler karışır. Kalbinden taşar. Gövdenin tam ortasında hissedersin onları. Nefeslerin ardı arkası kesilmez. Geçmez... Sözcüklere dökülene kadar...

Tabuları yıkmak lazım bazen o duyguları atabilmek için. O duygular elbet yerini bulacak. İşte o an aldığın nefeslerin bir etkisi olacak... Sen bırak içindekileri dışarıya sor her şeyi... Mesela, "Neden yağmurlar benim üzerime yağıyor?" gibi...

"Lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, lütfen"
"Hayır, lütfen ısrar etme. Söyleyemem"
"LÜTFEN"
"Tamam..."
Ve derin bir nefes, rahatlatıcı...

2011-01-23

Bazenler Çok Olur Bazen

Hayatımı varlıklarıyla kaplayan o kadar insan var ki... Bazen yoruluyorum, belki bu yüzdendir başımdaki üç tel beyaz saç... Sevilecek o kadar insan var ki, bazen bitkinim bu yüzden. Uykularımda ziyaret etmesini, hayallerinde yer almak istediğim o kadar çok insan var ki, bazen uykusuzum bu yüzden. Zamana yenilmemesini istediğim o kadar dostluk var ki, saatleri sustururum bazen...

Bugünlerde o kadar sessiz ki gökyüzü, pencereden bakmayalı uzun zaman oldu bu yüzden...