2010-05-30

15:15'e 15 Dakika...

Sinemalar... Hayatımıza en iyi şekilde mola verdiğimiz yerler galiba. İki saat hayata ara verip yeni hayatları büyük beyaz perdelerde izlemek, oradaki hayatlara kendimizden bir şeyler katıp benisemek...

Filme girmeden önce kendi kendini etkilersin ya, korkuysa korku öğeleri ararsın, komediyse kendini gülmeye hazırlarsın ve diğer tüm türler işte. Bugün bir filme girdim. "Elm Sokağı Kabusu." 15:15 seansına girecektik. Kendimizi korkuya hazırlarken saate baktık. 15:15'e 15 dakika kalmıştı. Kendimizi korkuya, gerilime hazırlamaya 15 dakika. Hayata, dünyevi sıkıntılara az da olsa ara verebilmek için 15 dakika. Beyaz perdeyi renginden öteye taşıyacak korku öğelerini görmeye 15 dakika.

O kadar çok gerilmiştik ki büyük ihtimalle kas yapmıştık. Sinemanın etkisi hala bizimleydi. Film bitmişti ama yok mu o anılar, bize işlenen görüntüler her zamanki gibi duygularımızı tetiklemeye devam ediyordu.

Teneffüslerden sonra dersler her zaman sıkıcı gelmiştir ya, o kısa moladan sonra hayat aynı monotonlukta sürüyordu. Yine arkadaşlarla geçirilen hoş sohbetler, günün yavaş yavaş sona ermesi yeni beklentileri de beraberinde getiriyordu.

Hoş, hayatı severim. Ama monoton. Belki de bu monotonluğun ve sıradanlığın içinde bulduğum mutluluklar bana hayatı sevdiren. Gökyüzüne baktım da bugün bisiklet sürerken, gün batarken. Uçmayı diledim. Maviliklere doğru uçmayı. Bir süre hayal ettim, hızla giderken bisikletle ve rüzgar yüzüme vururken. İşte böyle olurdu galiba dedim. Böylesine huzur dolu ve serin. Yeryüzündeydim yine de. Burası da güzel dedim kendime, güneşin renginin hoş tonu bulutlara vururken. Eğer mutlu bir senaryonun sonu gibi duruyorsa hayatınız. Sıkıntılı, bitkin ve yorgun hissederken kendini güzel mutluluklar buluyorsa sizi, işte hayat bu diyebilmeli insan. Bugün gün batarken mutlu bir senaryo sonu gibiydi. En güzel şarkının girişi ve güneşin parıltısı. Son...

Eğer hayatta bir gün bu mutlu sonu yakalayacaksa, güneşin harika batışı kadar renkli...
3,2,1 motor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder